-
Çocuğunun Canının Sıkılmasına İzin Veremeyen Ebeveynler
Ülke çapında, ebeveynlere ve ailelere yaptığım tüm konuşmalarda, muhtemelen en sık karşılaştığım soru şu: Çocuğum "sıkıldım" dediğinde ve ona elektronik bir cihaz vermek istemediğimde ne yapmalıyım?
Daha bu hafta, bir anne bana çocuğunun ona sürekli "Sırada ne var? Çok sıkıldım, şimdi ne yapmalıyım?" diye yakındığından bahsetti. Bu anne günümüzdeki çoğu ebeveyn gibi, oğlunun her anını meşgul etmek, can sıkıntısından acilen kurtulmak ve onu oyalayacak etkinlikler sağlamak için muazzam bir baskı hissediyor.
Günümüz çocuklarının programları oldukça yoğun; günleri, vakitlerinin son saniyesine kadar dolu. Dikkatleri hep bir yerlerde. Okul sonrası dersleri, spor faaliyetleri, özel dersler, oyun randevuları… Liste devam ediyor. Çok sayıda çocuğun bir odaya toplandığı doğum günü kutlamalarında bile ebeveynler kendilerini çocuklarının her anından sorumlu hissediyorlar. Hediye kabulü ve karşılama (on beş dakika)… Sonra sihirbaz ve balon sanatçısı (dikkat çekme süresi, 45 dakika)… Ardından pizza, pasta ve mumlar (20 dakika)… Bir yetişkin liderliğinde "serbest" dans ya da sanatsal bir etkinlik (10-15 dakika)… Devamında ayakkabıların ve ceketlerin giyilmesi (5 dakika) ve çocukların gitme vakti (bu anda dikkatlerini çekecek başka biri gerekiyor).
Sıkılmak korkutucu bir deneyim halini aldı ve biz ebeveynler olarak bu duruma acilen müdahale etmeliyiz. Can sıkıntısı artık, çocuğun kendi başına yenmesi gereken bir şey olmaktan çıktı, ebeveynlerin problemi haline geldi. Can sıkıntısı, çocuklarımızın dayanmak zorunda olmadığı bir hal. Çocuklarımızın sıkılmasına izin vermek, onları ciddiye almamak ihmalkârlık işareti bile olabilir. Can sıkıntısını tam olarak yaşanamamış, ilginin yoksun olduğu bir an olarak görüyoruz ancak yanılıyoruz.
Buna ek olarak, can sıkıntısını bir nevi yokluk, bir şeylerin eksikliği olarak hissediyoruz. Bir "hiçlik" hali: Yapacak hiçbir şey yok, düşünecek hiçbir şey yok, öğrenecek hiçbir şey yok, birlikte olacak hiçbir şey yok, oynayacak hiçbir şey yok, deneyimleyecek hiçbir şey yok. Can sıkıntısı, bizim gördüğümüz şekliyle boş ve ıssız.
Can sıkıntısından korkmamızın sonucu olarak, dikkatlerini sürekli bir yerlere vermelerini sağlayarak çocuklarımızı aşırı odaklanmaya teşvik ediyoruz. Biz bunu yaparken, teknoloji yeni bir “normal”, yani sürekli bir meşguliyet yarattı. Teknolojinin gelişmesiyle beraber, çocuklarımızın (hatta biz yetişkinlerin) kesintisiz bir eğlence ve keyifli bir meşguliyet halinde yaşaması gerektiği beklentisi oluştu. Teknoloji, bize ücretsiz ve sonsuz bir dünya sunarak bu beklentiyi karşılayabiliyor. Hatta, daha fazlasını öğrenmek, daha fazlasını yapmak, daha fazla iletişim kurmak ve daha fazla "yaşamak" kisvesi altında sürekli bu dünyadan beslendiğimiz için kendimizi takdir bile ediyoruz.
Maalesef, çocuklarımızın kendi boş vakitlerini idare etme kabiliyetlerine güvenmeyi bıraktık. Boş zamanın ne kadar değerli olduğunu görmeyi; "Sıkıldım!" yakarışındaki olasılıkları ve potansiyeli görmeyi bıraktık. Dikkatimizi vereceğimiz bir obje olmadan zaman geçirememeyi öğrendik. Gerçek şu ki, çocuklarımızın hayal gücüne ve gerektiğinde üretmeyi bilen insan yaratıcılığına olan inancımızı kaybettik.
Sıkıldığımızda, çok önemli iki şey (ve burada bahsetmeye yerim olmayan daha birçok şey) meydana gelir. İlk olarak, hayal gücümüzü kullanmamız ve onu besleyecek şeyler üretmemiz gerekir. Bu, küçümsenmemesi gereken bir beceri. Bazı insanlar bana şöyle diyor: "Ama Nancy, çocuklarımızın kendini meşgul etme becerisine ihtiyaçları yok artık, çünkü eğlenmek ve meşgul olmak için teknolojiyi kullanabilirler. Bu kullanılmayan, demode bir beceri."
Hayatımızın geri kalanı boyunca teknolojiye bağlı kalsak da bu önermeye katılmak, artık arabalarımız olduğu için yürümeyi öğrenmeye gerek olmadığını söylemekle eş değer. Can sıkıntısından kaçınmak için var olan imkanların ne kadar ulaşılabilir ya da çeşitli olduğuna bakılmaksızın; kendi kendine oyun oynama, yaratma, üretme ve kendi kendine yetme, sağlıklı bir insanın gelişiminde hala büyük önem taşıyan temel becerilerdendir.
Hayal gücü ve yaratıcılık becerilerini geliştirmek ebeveynler olarak bizim sorumluluğumuz. Bunu yapmamızın yolu büyük ölçüde, çocuklarımız küçükken henüz “tohum” halinde olan bu becerilere oynama, evrilme, çalışma ve oluşma şansı vermekten geçiyor. Can sıkıntısı bu tohumlar için su görevi görüyor. Çocuklarımızın dikkatini çekecek her şeyi biz sağladığımızda, aslında onların hayal güçlerini ve yaratıcı kapasitelerini köreltiyor, öldürüyoruz.
İkinci olarak, eğer bir çocuk "sıkıldım" diyorsa, ilgisini çeken bir şey bulamadığındandır. Ancak bunun için nereye bakıyor? Genellikle, kendisinin dışında bir şeyler arar. Sıkıldığımızı söylediğimizde, bunun sebebi özünde, kendi dikkatimizi kendimizden uzaklaştıramamamızdır. Bu durumda kendi başımıza kalırız, dikkatimizi verebileceğimiz tek şey de yine kendimiz oluruz. Maalesef, kendimizi sıkıcı, hatta bir hiç olarak görmeye koşullanmış durumdayız. Çocuğumuz sıkıldığı için onun önünde telaş içinde yapacak bir şeyler bulmaya çalıştığımızda; çocuğumuzda ‘tek başına, kendisine bir şey eklemeden hiçbir şey yapamayacağı’ inancını yaratmış ve bunu desteklemiş oluruz.
Can sıkıntısı bizlere olağanüstü bir şey sunuyor: Kendimizle ilgilenme, zaman geçirme ya da en azından kendimize eşlik etmeyi hoş görmeyi öğrenme fırsatını tanıyor. Aktivitelerimiz arasındaki boşluklar, dikkatimizi kendi düşüncelerimize ve duygularımıza yöneltmek, belki de can sıkıntısını tam anlamıyla tecrübe etmek için bir fırsat. "Dikkatini can sıkıntısına vermek, sıkıcı mıdır?" diye sorabiliriz. Dikkatimizi yönelteceğimiz, meşgul olacağımız bir obje olmadığı zaman geriye "oynayacak" sadece kendimiz kalıyoruz. Teknoloji artık çocuklarımızın tüm vaktini tüketmesine olanak sağlasa da çocuklarımızın öğrenebilecekleri en değerli beceriler, tek başına kalabilme ve kendiyle vakit geçirmekten korkmama becerileridir. Can sıkıntısında, kendi varlığımızın dikkatimizi vermek için değerli bir istikamet haline gelme olasılığı yatıyor.
Çocuğunuzun sıkılmasına izin vermeniz sorun değil, hatta bunu yapmanız çok büyük önem taşıyor. Çocuğunuz can sıkıntısından şikayet ettiğinde ona şöyle deyin: "Arada sırada canının sıkılması kötü bir şey değil, bu canını yakmaz ve sana şu anda anlayamayacağın bir şekilde yardımcı olacak." Ve tam odadan çıkmadan önce, sadece kendinize de olsa şunu fısıldayın: "Senin canının sıkılması, benim bir ebeveyn olarak işimi doğru yaptığım anlamına geliyor."
Kaynakça: Psycholog Today
Çeviri: Zeynep Topal